Umutsuz diyarların birinde editörden bir öykü: Gece
Özel Yazı

Sıcaktı… Çok sıcak… Tevfik kendisini rahatsız eden derin uykudan uyandı. İçinden “Lanet olsun bu kâbusların” dedi. Kalktı, gaz lambasını aldı karısını uyandırmamak için parmaklarının ucuna basarak yavaşça hole çıktı.

Gece sessizdi ama insan huzur veren bir dingilliği vardı. Birinci sigarasından bir tane aldı, kurumuş dudaklarının arasına yerleştirdi. Sonra kibriti almadığını fark etti yine lanet okudu. Kalktı, kilere gitti gaz lambasının yardımıyla kibriti aldı. Artık sigarasını içebilirdi. Kibriti yaktığında yüzüne yansıyan ve kısa süren alevden nedense hoşnut oldu.

İlk dumanı çektiğinde kısa süren bir öksürük nöbetine tutuldu. Zaten son zamanlarda sigardan iyice rahatsız olmaya başlamıştı ama bırakmaya da cesaret edemiyordu. Derin düşüncelere daldı, yanına kuyruğunu sallayarak gelen Karabaş’ın başını okşadı, sevdi. Karabaş ondan babasından yadigârdı.

Hem sürünün güvenliğini sağlıyor hem de evlerinin. Ülke derin bir kaosun içindeydi; siyasi cinayetler, darbeler ve ekonomik istikrasızlık herkesin ortak sorunuydu. Cemal Gürsel’in önderliğinde emir komuta zinciri içerisinde gerçekleşen, 27 Mayıs 1960 Darbesi Başbakan Adnan Menderes’i alaşağı etmiş, ülke askerlerin yönetime girmişti.

Herkesin dilinde “Bundan sonra ne olacak” sorusu vardı. Tevfik bunları düşünürken sigarasının bittiğini fark etti. Bir tane daha yakmak istedi ama ağzı zehir gibi olmuştu. Susamıştı, kuyuya gitti, bir kova su çekti kana kana içti. Allah’a şükretti, dua etti. Ay gökyüzünde usul usul duruyordu, komşu köyde başlayan kan davası nedeniyle kaçaklar kendi köylerine de gelmeye başlamıştı. Hatta birkaç kaçağı misafir etmiş, hizmette kusur etmemiş, onları evinde saklamıştı.

Suyu içtikten sonra yerinden usulca kalkarken kurşun sesini duydu. Evet, kaçaklar yine denk gelmiş ve birbirlerine ateş etmeye başlamışlardı. Kurşun seslerine köpeklerin de havlamaları eşlik ediyor, kimse evinden çıkmaya cesaret edemiyordu. Tevfik odasına gittiğinde karısının uyandığını, camdan dışarıyı izlediğini gördü.

"YİNE BAŞLADILAR..."

Karısı ile son zamanlarda nedeni bilinmeyen sebeplerden dolayı araları açılmıştı. Oysa severek evlenmiş, babasının istememesine rağmen her şeyi göze alarak kaçarak hayatını birleştirmişti Gülizar ile. Babasının “Bu kız bizim aileye uygun değil” eleştirilerine kulak asmadan bir gece Gülizar’ı kaçırıp nikâhına almıştı.

Uzun süren kavgalar ve aileler arasındaki anlaşmazlık nihayetinde tatlıya bağlanmış, Gülizar’ın babasına verilen 50 koyun ve bir tüfekle aileler arasında sulh sağlanmıştı. Kan dökülecek, insanlar ölecek kaygıları da böylece ortadan kalkmış oldu. Gülizar Tevfik’i görünce “Yine başladılar” dedi. Bakışlarında aynı zamanda Tevfik’e “Neredeydin" sorusu vardı.

Tevfik bunu anlamış olmalı ki, karısı sormadan, uykusunun kaçtığını, sigara içtiğini ve bir süre hava aldığını bir çırpıda açıklayıverdi. Gülizar, son zamanlarda kocasının kendisine olan soğukluğunu anlamaya çalışıyor, gece yatağa girmeden güzel kokular sürüyor, kadınlığını her haliyle sunmaya çalışıyordu.

Ama Tevfik buna kayıtsız kalıyor, sırtını dönüp uyumayı tercih ediyordu. Gülizar’ın yanına oturdu, birden aklına gaz lambası geldi dışarıda unutmuştu kurşun seslerini duyunca. Gidip hemen aldı, kapıyı iyice sürgüledi. Çocuklar uyuyordu ama Celal’in ağlama sesini duydu. Karısına “Gitti de bak şu çocuğa” dedi.

Kurşun sesleri kesilmişti. Dışarıda sesler geliyor ama ne konuşulduğunu duyamıyordu. Başını camdan dışarı çıkarttı, Karabaş’ın kuyu başında başını kuyruğunun altına koyarak uyuduğunu görünce artık ortalık sakinleşti dedi kendi kendine. Camı kapattı, yatağına geçti. Celal’i uyutan Gülizar da gelip yanına uzandı.

Tevfik, erkenden kalktı, banyosunu yaptı. Döndüğünde karısı ona mükellef bir sofra hazırlamıştı. Gülizar’ın gözlerinin içi gülüyordu adeta. Kocası ve çocuklarıyla bir sofranın etrafında toplanmayalı epeyce olmuştu.

"BUYUR MUHTAR GİDELİM"

Kahvaltıda, otlu peynir, kümesten alınan taze yumurta, inek yoğurdu ve peksimet vardı. Gülizar, kızarmış ekmekleri de sofraya koyunca Tevfik karsına minnetle baktı. Bütün aile kahvaltıdayken kapı çaldı, dışarıda muhtar Ahmet’in telaşlı sesi geliyordu. Ayağa kalkan Tevfik, dışarı çıktı, “Buyur muhtar bir hal mi var” dedi.

Bunun üzerine muhtar, “Haberler pekiyi değil Tevfik. Dün gece köyümüzde kaçaklar çatıştı ve şu an köy meydanında iki ölü var. Jandarma seni de görmek istiyor” dedi. Muhtar bunları söyleyince Tevfik’in aklına dün gece geldi. “Acaba bana da ucu dokunur mu?” diye düşündü.

Ne de olsa devletin aradığı kaçakları evinde bakmış, onları misafir etmiş, ceplerine de harçlık koymuştu. Bu hem jandarmaların tepkisine hem de evine aldığı kaçakların düşmanların hedefi haline gelebilirdi. Büyük oğlu Tuncay’a ceketinin getirmesini istedi, bir huşuyla sırtına geçirdi. “Gidelim muhtar."

Tevfik ve muhtar yavaş ve temkinli adımlarla köy meydanında komutanın cesetleri incelerken buldular. Tarık komutan derin düşüncelere dalmıştı. Başını kaldırmadan Tevfik'e sordu; "Bunları tanıyor musun?"

Tevfik, komutanın sorusuna cevap vermeden önce elleri yanda, askerde öğrendiği hazırola geçti. Dudakları titreyerek, "Hoş geldiniz komutan" dedi.

Devamı gelecek...

ergul.tosun@ensonhaber.com